Orta yaşlarını süren Hakkı, ailesiyle birlikte Ege’nin gözlerden uzak, taş sokakları ve tarihi dokusuyla ünlü eski bir köyünde mütevazı bir hayat sürmektedir. Yaşamını, köyün yakınındaki antik kentin önünde turistlere ufak tefek heykelcikler ve hediyelik eşyalar satarak kazanır. Aynı zamanda köyün tarihini bilen, yerel efsaneleri anlatan gönüllü bir rehber olarak turist turlarına da katılır. Hakkı için hayat, sakin, sıradan ve durağan bir akıştadır — ta ki bahçesinde yaptığı küçük bir kazıda tesadüfen tarihi bir eser bulana dek.

Başta bunun ne kadar değerli olduğunu bilmeyen Hakkı, eseri bir araba fiyatına, köyün çevresinde dolaşan meraklı bir koleksiyoncuya satar. Ancak kısa bir süre sonra, satılan eserin gerçek değerinin yüz kat daha fazla olduğu, nadir ve paha biçilmez bir antik parça olduğu ortaya çıkar. Bu bilgi, Hakkı’nın aklında büyük bir saplantıya dönüşür. Geçim sıkıntısı ve köyün basit hayatı ona birden bire anlamsız görünmeye başlar. Zihni, bahçesinin altında saklı olan olası hazinelerle dolup taşar.

Hakkı, büyük bir hırsla bahçesini kazmaya başlar. Başlangıçta küçük çukurlarla başlayan bu arayış, zamanla tünellere, derin kazılara ve kontrolsüz bir takıntıya dönüşür. Gecesini gündüzüne katar, ailesinin uyarılarına kulak tıkayarak her şeyini bu arayışa adar. Ne kazdığı toprağın yoruculuğu ne de ailesinin endişesi onu durdurabilir. Ancak kazdıkça, elleri boş kaldıkça Hakkı'nın hırsı daha da büyür.