İkinci Dünya Savaşı sırasında, Vogue dergisinin beğenilen bir savaş muhabiri olan Elizabeth 'Lee' Miller, sadece bir manken fotoğrafçısı değil, aynı zamanda savaşın karanlık yüzünü belgeleme konusunda cesur bir gazetecidir. Lee, savaşın dehşetini ve insanlığın dayanıklılığını gözler önüne seren etkileyici fotoğraflar çekerek, o dönemde erkek egemen olan gazetecilik dünyasında kendine sağlam bir yer edinir.

Genç yaşta Paris’te moda dünyasında parlamaya başlayan Lee, aynı zamanda sanat ve edebiyat çevrelerinde de tanınmış bir isim haline gelir. Ancak savaşın patlak vermesiyle birlikte, bu dünyayı geride bırakarak savaş muhabirliği yapmaya karar verir. Savaş alanlarına girmesi, onu sadece bir izleyici değil, aynı zamanda olayların içinde aktif bir katılımcı haline getirir.

Savaş boyunca, Lee, sadece düşman hatlarını geçmekle kalmaz, aynı zamanda savaşın getirdiği acı ve kayıpları da belgeliyor. Özellikle Nazi işgali altındaki Avrupa'da yaşanan olayları, savaşın yıkıcılığını ve insan ruhunun direnişini yakından gözlemleyerek, insanları bilinçlendirmeye çalışır. Lee’nin fotoğrafları, savaşın gerçek yüzünü, karanlık ve korkutucu anlarını açıkça ortaya koyar.

Lee Miller, aynı zamanda kişisel mücadelelerle de yüzleşir; geçmişte yaşadığı travmalar ve toplumsal cinsiyet normlarıyla başa çıkma çabası, onu hem ruhsal hem de fiziksel olarak etkiler. Savaşın yıkımına tanıklık ederken, kendi kimliğini bulma yolculuğu da devam eder.

Sonuç olarak, Elizabeth 'Lee' Miller'ın hikayesi, sadece bir savaş muhabirinin cesaretiyle değil, aynı zamanda sanat ve insanlık adına verdiği mücadeleyle dolu bir yaşamı anlatır. Onun hikayesi, güçlü bir kadın olarak, savaşın dehşetinin yanı sıra insan ruhunun dayanıklılığını ve yaratıcı gücünü de gözler önüne serer.