Mert, otuzlu yaşlarına gelmiş olmasına rağmen hâlâ hayatı ciddiye almayan, sorumluluklardan kaçan biridir. Büyük şehirdeki konforlu ama yüzeysel hayatını sürdürürken, babasının vefat haberiyle sarsılır ve yıllardır uzak durduğu memleketine geri dönmek zorunda kalır. Cenaze süreci boyunca ailesiyle, eski arkadaşlarıyla ve yıllardır kaçtığı geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalır.

Başlangıçta, sorumluluktan kaçmaya çalışarak kendini trajikomik olayların içinde bulur. Eski dostlarıyla yeniden bir araya gelmesi, geçmişte kalmış kırgınlıklar, memleketindeki değişimler ve ailesinin beklentileri, onun üzerinde büyük bir baskı oluşturur. Ancak üç gün boyunca yaşadığı olaylar, içsel bir hesaplaşma sürecine girmesine neden olur.

Zamanla, babasının miras bıraktığı sadece maddi değerler değil, aynı zamanda yıllardır göz ardı ettiği manevi öğretiler olduğunu fark eder. Bu farkındalık, Mert'in hayatındaki eksiklikleri ve sorumluluklarını kabullenmesini sağlar. Kendi çocukluk anılarıyla, ailesinin geçmişiyle ve geleceğiyle yüzleşirken, büyük bir içsel dönüşüm geçirir.

Babasıyla olan kopuk ilişkisini, ölümünün ardından anlamlandırmaya çalışan Mert, nihayetinde kendini affetmeyi ve hayata daha olgun bir gözle bakmayı öğrenir. Bu dönüşüm, onun hem geçmişiyle barışmasını hem de yeni bir başlangıç yapmasını sağlar.