Annesinin ani ölümüyle sarsılan kaygılı bir adam, onun cenazesine yetişmek için evine doğru zorlu bir yolculuğa çıkmak zorunda kalır. Ancak bu sıradan bir yolculuk değildir. Gerçekle hayalin iç içe geçtiği, zamanın ve mekânın büküldüğü tuhaf ve rahatsız edici bir dünyaya adım atar.

Yolda karşısına çıkan her durak, onun bilinçaltındaki en derin korkularını ve travmalarını açığa çıkaran bir sahneye dönüşür. Çocukluk anıları, pişmanlıkları ve annesiyle olan karmaşık ilişkisi, yol boyunca karşılaştığı tuhaf karakterler ve garip olaylar aracılığıyla tekrar tekrar karşısına çıkar. Kimi zaman bir otobüs bekleme durağı sonsuz bir labirente dönüşür, kimi zaman geçmişten gelen bir figür onunla yüzleşmek için belirir.

Gerçek ile hayalin sınırlarının tamamen ortadan kalktığı bu yolculuk boyunca, annesinin gölgesi peşini bırakmaz. Kendisini suçluluk duygusunun, korkunun ve kaçınılmaz bir kaderin pençesinde bulan adam, sonunda yolun sonuna ulaştığında, bu yolculuğun aslında dış dünyada değil, kendi zihninde yaşandığını fark eder.

Büyük bir gerçeğin eşiğine geldiğinde, hayatı boyunca kaçmaya çalıştığı korkularıyla yüzleşmek zorundadır. Ama asıl soru şudur: Geçmişin gölgelerinden kurtulup özgürlüğüne kavuşabilecek midir, yoksa sonsuza dek zihninin derinliklerinde kaybolmaya mahkûm mudur?